Psikoloji, insan ve hayvan davranışlar! ile bu davranışların altında yatan nedenleri araştıran bilim dalıdır. Psikoloji, davranışı gerek tanımlama gerekse inceleme boyutunda “çevre, insen ve davranışlar” arasındaki ilişki üzerinde önemle durmaktadır.
 |
Gelişim Psikolojisi Ders Notları |
Psikolojinin ilgi alanı tek bir kişi ya da tek bir davranış değil, bireylerin ve davranışların değişik yönlerini ele alarak bu karmaşık yapıyı çözümlemeye çalışmaktır. Psikoloji biliminin insan davranışlarını anlamak, açıklamak, yordamak ve kontrol altına almak üzere dört temel işlevi bulunmaktadır.
A. PSİKOLOJİNİN TARİHÇESİ
Psikoloji, oldukça yeni bir bilim alanıdır. Hatta 18. yüzyıla kadar felsefenin kapsamı içinde yer almıştır. Almanya’da 1879 yılında Wuındt tarafından bilimsel anlayışa uygun olarak gerçekleştirilen çalışmalarla birlikte felsefeden ayrılmıştır.
Psikoloji tarihinde her bir düşünce ekolü, onun yerini alan sonraki ekole geçerek süreklilik göstermiştir. Yapısalcılık, felsefe ve psikolojideki ilk çalışmalardan meydana gelmiştir. Bu ilk düşünce ekolünü işlevselci-lik, davranışçılık ve geştalt psikolojisi izlemiştir ki bunlar da ya yapısalcılıktan türemiş ya da ona bir karşı çıkış niteliğinde meydana gelmiştir. En sonunda ana temasıyla, metotlarıyla veya amaçlarıyla olmasa da ana batlarıyla psikiyatrinin zihinsel hastalıkları tedavi girişimleri ve bilinç dışı doğası hakkındaki felsefi düşüncelerinden ortaya çıkan psikanaliz ortaya çıkmıştır. Hem psikanaliz hem de davranışçılık birkaç alt ekolü meydana getirmiştir.
1950’li yıllarda davranışçılığa ve psikanalize bir tepki olarak gelişen hümanistik akımın geştalt psikolojisinin prensipleriyle ortak noktaları vardır. 1960 yılı çerçevesinde bilişsel (cognitive) hareket davranışçılığa başarılı şekilde meydan okumuş ve bizim psikoloji tanımlamamız bir kez daha değişmiştir. Bu değişikliğin en önemli yanı bilince ve zihinsel (veya bilişsel) süreçlerin araştırılmasına yeniden dönüş olmasıdır. Davranışçı dönemde şuurunu kaybeden psikoloji bunu şimdi yeniden kazanmıştır (Schuliz&Schultz (2007), Modern Psikoloji Tarihi, Kaknüs Yayınları).
Psikolojinin bilimsel tarihçesi göz önüne alındığında, sekiz temel yaklaşımın ön plana çıktığı görülmektedir:
1. Yapısalcılık -> W. Wundt, E. Titchener
2. Fonksiyonalizm (İşlevselcilik) ->W. James, J. Dewey
3. Olgunlaşma Kuramı -» Gessel
4. Davranışçılık -> J. B. Watson, I. Pavlov, B. F. Skinner
5. Psikanalitik (Psikodinamik) -> S. Freud
6. Bilişsel Yaklaşım -> R. Gagne, M. VVertheimer, K. Koffka, W. Köhler
7. İnsancıl (Hümanist) ——► C. Rogers, A. Maslow
8. Biyolojik —> D. O. Hebb, W. James, J. Dewey
1. Yapısalcılık
Wilhelm VVundt’un 1879 yılında deneysel psikoloji la-boratuvarı kurmasıyla birlikte “insan davranışının kontrollü koşullarda gözlenmesi” ne yönelik çalışmalar başlamış ve bu sayede psikoloji felsefeden ayrılarak bir bilim dalı hâline gelmiştir.
E.B Titchener, kendisinin Wundt’un takipçisi olduğunu belirtmiş ve yapısalcılık (structuralism) olarak adlandırdığı kendi yaklaşımını ortaya koymuştur. Yapısalcılığın temelini oluşturan düşünce insan zihninin çeşitli bilinç öğelerinden ve saf duyumlardan oluşmasıdır. Bu öğelerin ve duyumların incelenmesinde içe bakış yöntemini (iç gözlem) kullanmışlardır. Yapısalcılık, bireyin kendi duygusal durumu ve zihinsel süreçlerini yine kendisinin test edebileceğini vurgulayarak içsel duygular, seziş, düşünce üzerinde odaklanmışlardır.
İÇE BAKIŞ (İÇ GÖZLEM) METODU
Psikoloji bilinç deneyimlerinin ( bilinçli yaşantıların) bilimi olduğuna göre, psikolojinin metodu da bu deneyimlerin gözlenmesini içermek zorundadır. Bir deneyimi onu yaşayan kişiden başkasının gözlemesi mümkün değildir. Bu yüzden psikolojinin kullanacağı metot içe bakış (internalperception) olmak zorundadır. Wundt'un deyimiyle içsel algı olmak zorundadır.
İçe bakışın psikolojide kullanılması fizik ve fizyolojiden kaynaklanmıştır içe bakış fizikte ışık ve sesin araştırılmasında fizyolojide ise duyu organlarının incelenmesinde kullanılmıştır. Örneğin duyu organlarının çalışma şekli hakkında bilgi edinmek isteyen bir araştırmacı bir uyarıcıyı duyu organlarından birine uygular ve deneklerden kendilerinde oluşan duyumu bildirmelerini ister.
İçe bakış yönteminin psikolojide kullanılması ise en kısa açıklamasıyla bireyin kendisini incelemesi bir olay ya da etki karşısında hissettiklerini, düşündüklerini dile getirmesi şeklinde değerlendirilebilir.
2. Fonksiyonalizm (İşlevselcilik)
Fonksiyonalizmin kurucusu kabul edilen William James, felsefi sisteminin temelini pragmatizm üzerine kurmuştur. Yani esas olan faydalılık ve verimliliktir. Bu noktada işlevselciliğin ana düşüncesi organizmanın çevresine uyum sağlamak için zihnin nasıl çalıştığıdır. Bu noktada Darwin’in “doğal ayıklanma” (evrim) kuramından etkilenmişlerdir. İşlevselciler, yapısalcıların zihnin sadece yapısı üzerinde durduğunu, bu durumun da psikolojiyi kısıtladığını düşünmüşlerdir. Onlara göre zihnin yapısından daha önemli olan şey işlevleridir. Yani bireylerin gündelik yaşamda karşılaştığı problemlerin çözümünde kullanılan algılama, düşünme, öğrenme gibi zihinsel işlevlere vurgu yapmışlardır.
Psikolojinin önemli alt dallarından biri olan “uygulamalı psikoloji” işlevselciliğin mirası olarak kabul edilmektedir.
Olgunlaşma kuramı, Gesse/ tarafından 1920’lerde geliştirilmiştir. Gessel, çocuklarda fiziksel, duygusal, sosyal, dil ve motor gelişimi uzun zaman dilimlerinde periyodik olarak sistematik çalışmalarla test etmiş ve gelişimin biyolojik bir süreç olduğunu, olgunlaşma tarafından yönlendirildiğini açıklamıştır. Gessel’e göre çevresel faktörlerin gelişimde önemli bir rolü yoktur. Bireysel farklılıklar dâhil olmak üzere, gelişimi belirleyen genlerdir. Gelişim evrensel bir süreçtir ve tüm bireylerde olgunlaşma sonucu ortaya çıkar.
4. Fonksiyonalizm (İşlevselcilik)
Bu yaklaşımın kurucusu olarak J. B. Watson gösterilebilir. Davranışçı yaklaşıma göre, psikoloji gözlenebilir davranışların bilimidir ve davranış içinde oluştuğu çevre koşullarıyla açıklanmalıdır. Bu nedenle “çevreciler” olarak da bilinirler. Yapısalcılığı son derece yetersiz gören bu görüş, sezgilerin, duyguların, düşüncelerin gözlenemeyeceği düşüncesinden yola çıkarak içe bakış yöntemini reddetmiştir.
Tabularasa (boş levha) teorisi insan zihninin doğuştan bomboş olduğunu her şeyin çevre etkisiyle (yaşantıyla) şekillendirildiğini kabul eder.
Bilinç asla görülemez, dokunulamaz, toklanamaz, ta-dılamaz veya hareket ettirilemez. Bu en az ruh kavramının ispatlanamazlığı kadar ispatlanamaz bir varsayımdır (Schultz&Schultz (2007), Modern Psikoloji Tarihi, Kaknüs Yayınlan).
Davranışçılar, davranışın niçin olduğuna değil nasıl oluştuğuna önem verirler. Bunun için çevredeki uyarıcı koşullarla, ortaya çıkan davranış arasındaki ilişkiyi incelemişlerdir. Yani bir başka ifadeyle bireyin içinde olup biten biyolojik - bilişsel süreçlerle ilgilenmemişlerdir. Davranışçı yaklaşım, davranışı uyaran - tepki bağı içerisinde incelemiş öğrenme sürecini çevredeki ödüllendirme koşullarına bağlamıştır.
VVatson “Bana rastgele bir bebek verin, soyu sopu, yetenekleri, eğilimleri, becerileri vs. ne olursa olsun ondan istediğim şeyi yaratayım: Bir doktor, avukat, tüccar, hatta bir hırsız, bir katil.” diyerek çocukların doğduklarında şekillendirilmeyi bekleyen bir kil kültesine benzediğini belirtmiştir. Güdülenme ve pekiştirmede dışsal süreçlere önem veren davranışçılar insanı büyük oranda edilgen bir canlı olarak kabul ederler. (Wat-son bu yönüyle, J. Locke’un ‘boş levha / tabula-ra-sa’ bakışını kabul etmiştir.)